İSLAM KİMİN İÇİN İNDİRİLMİŞTİR?

 

İslam, bugün Orta Doğu coğrafyası merkez olmak üzere üç kıtada, halkının çoğunlukla kendisini “müslüman” olarak tanımladığı bir çok ülkeye yayılmıştır. İnanç konusunda neredeyse sayısız farklılıkları, mezhep ve tarikat varyasyonlarını gözardı eder ve inancını “islam” olarak niteleyen insanların ifadelerini dikkate alırsak, dünya genelinde 1,5 milyar insanın inandığı, Hristiyanlıktan sonraki en fazla inançlısı bulunan tek tanrılı dindir, İslam.

 

Peki, bu durum islama uygun mudur? Kulağa çok garip gelen bu soruyu sormak için bir neden vardır. Görünen odur ki; İslamın sahibi olduğu ve onu insanlara gönderdiği söylenen, alemlerin yaratıcısı ve her şeye gücü yeten, her şeyi bilen Allah’ın başta İslamın bu kadar geniş bir coğrafyaya ve insan kitlesine hitabetmesi gibi bir niyeti yoktur. Yine kaynağımız, Kuran ve Allah’ın sözü olduğu söylenen sure ve ayetlerdir.

 

(Yûsuf/2:  Biz onu, akıl erdiresiniz diye Arapça bir Kur’an olarak indirdik.)

 

(Nahl/103: Andolsunki biz onların, “Kur’an’ı ona bir insan öğretiyor” dediklerini biliyoruz. İma ettikleri kimsenin dili yabancıdır. Bu Kur’an ise gayet açık bir Arapça’dır.)

 

(Fussilet/3: Bu, bilen bir toplum için Arapça bir Kur’an olarak âyetleri genişçe açıklanmış bir kitaptır.)

 

(Zuhruf.2: Bu parlak kitabın kadrini bilin. 3.Doğrusu biz onu Arapça olarak okunacak bir Kur’an yaptık ki akıl erdiresiniz.)

 

(İbrahim.4: Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (Allah’ın emirlerini) iyice açıklasın. Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. O mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.)

 

Kuran, ataları uyarılmamış ve bu yüzden gaflet içinde olan bir kavmi uyarmak için indirilmiştir. Bu, Allah’ın Kurandaki sözüdür:

 

(Yasin.2,3,4: (Ey Muhammed!) Hikmet dolu Kur’an’a andolsun ki sen elbette dosdoğru bir yol üzere (peygamber) gönderilenlerdensin. 5,6: Kur’an, ataları uyarılmamış, bu yüzden de gaflet içinde olan bir kavmi uyarman için mutlak güç sahibi, çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir.)

 

En önemlisi ve eğer Allah’ın sözü olduğu kabul ediliyorsa asla gözden kaçırılmayacak bir ayet de şudur:

 

(Şûrâ.7 : Böylece biz sana Arapça bir Kur’an vahyettik ki, şehirlerin anası olan Mekke’de ve çevresinde bulunanları uyarasın. Hakkında asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları uyarasın. Bir grup cennette, bir grup ise cehennemdedir.)

 

Bu ayette Arapça Kuran’ın, Mekke ve çevresinde bulunanların uyarılması için indiği açıkça söylenmiştir. Toplanma günü ile ilgili olarak uyarılacak olanlar da Mekke ve çevresindekilerdir.

 

Bu ayet, Kuran eğer Allah’ın sözlerinden ibaretse, bu kitabın –ve elbette dolayısıyla İslam dininin de- Mekke ve çevresindeki insanlara indirildiğini anlatmaktadır. İslamın şu anda yayılmış olduğu coğrafya ve bu coğrafyadaki insanların müslüman olmaları, Allah’ın planladığı ya da arzuladığı bir şey değildir. Bu, ya Allah’ın planladığının dışında girişimlerle ve Allah’ın arzusu hilafına gerçekleşmiştir, ya Allah bunun olacağını öngörememiştir, kısıtlı bir bölge için gönderdiği din istemediği biçimde yayılmıştır, ya da Allah sonradan fikir değiştirerek İslamın yayılmasını sağlamış ama bu fikir değişikliğini bildirmeye gerek duymamıştır.

 

(Fussilet. 44 : Eğer biz onu başka dilde bir Kur’an yapsaydık onlar mutlaka, “Onun âyetleri genişçe açıklanmalı değil miydi? Başka dilde bir kitap ve Arap bir peygamber öyle mi?” derlerdi. De ki: “O, inananlar için bir hidayet ve şifâdır. İnanmayanların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur’an onlara kapalı ve anlaşılmaz gelir. (Sanki) onlara uzak bir yerden sesleniliyor (da anlamıyorlar).)

 

Bu ayette de, “Kuran eğer başka dilde bir kitap olsaydı, Arap peygambere başka dilde kitap gelmesini eleştireceklerdi” deniyor. Buradan da anlaşılabiliyor ki, Kuran, Araplar için olduğundan dolayı Arapçadır. Çünkü bu ayete dayanarak, Acemler, Türkler, Hintliler ve diğer değişik ırk, dil ve milletten kişiler aynı şekilde eleştiri getirebilirler ve Kuran’a gore böyle bir eleştiri doğru olacaktır. Bu nedenle peygamberin ve Kuran’ın sadece Araplara ait olduğu bizzat Kuran tarafından onaylanmış ve tespit edilmiştir, belirtilmiştir. Çünkü ayetin ikinci kısmında, Arapça olduğu halde Kuran’a inanmayanların kulaklarında ağırlık vardır deniyor. Yani, onların anlamamaları için dil de dahil, hiç bir neden yoktur ve hala anlamayanlarda bir problem vardır.

 

Burada, Kuran’ın Arapça olarak asla anlaşılmaz olmadığının da vurgulaması yapılmış oluyor. Bu ifadeyi vurgulayan pekiştiren bir ayet de Ahk’af.12’dir:

 

(Ahkâf.12: Bundan önce bir rehber ve bir rahmet olarak Mûsâ’nın kitabı da vardı. Bu ise, onu doğrulayan ve zulmedenleri uyarmak, iyilik yapanlara müjde olmak üzere Arap diliyle indirilmiş bir kitaptır.)

 

Musa’nın kitabının Musa’nın dilinden olduğu, Kuran’ın ise uyarmak üzere Arapça indiği belirtilmektedir. Yani, herkese anladığı dilden kitap indirildiği vurgulanmaktadır. Arapça anlayan ırk, Arap ırkıdır. Bunca ayette, İslam dininin Araplar ve hatta tüm Araplar için değil, sadece Mekke ve çevresindekileri uyarmak amacıyla bu insanlara indirildiği vurgulanmıştır.

 

Tüm başka eleştiri ve görüşleri bir tarafa bırakıp, Kuran’ın Allah sözü, onun koruması altında, değişmeden duracak olan sözleri olduğunu Kabul ettiğimizde, İslam dininin sadece belli bir coğrafi çevredeki (ki bu çevre açıkça Mekke ve çevresi olarak belirtilmiştir) insanlar için indirilmiştir. Allah, diğer insanların müslüman olmasını ve buna dine iman etmesini istememiş, planlamamış, öngörmemiştir. Bu durumda müslüman olmak, islam dininin inançlısı olmak, Allah’ın arzusuna uygun mudur, onun hoşnutluğunu çeker mi, cenneti ve cehennemi İslam dininin gerçek ve asıl sahibi ve sorumlusu olan Mekke ve çevresindeki Araplar haricindekileri de kapsar mı, yapılan ve Araplar için tarif edilen ibadetler geçerli midir, bu bilinmez. Bütün bunlardan Allah’ın hoşnut olup olmadığı da büyük bir soru işareti olmalıdır. Onun istemediği bir biçimde ve bir çok insanın kendilerini ilgilendirmeyen gelenek ve alışkanlıklara gore ibadet etmeleri Allah’ın takdirini mi öfkesini mi kazanır, sorgulanmalıdır.

 

Şu da bir gerçektir ki, petrol gibi bir zenginlik kaynağı sadece Araplara verilmiştir ve Suudi Arabistan haricindeki müslüman ülkelerin çoğunluğu ya yoklukla, ya açlıkla, ya savaşlarla ya da sömürüyle inim inim inlemekte, insanlar cehennem azabını bu dünyada yaşamaktadırlar. Acaba bunlar, Allah’ın istemediği bir durum üzerine olmanın cezası, Allah’ın gazabı olabilir mi? Neden Suudi Arabistan zenginlik ve görkem içindedir de Arap ırkının egemen olmadığı müslüman ülkelerin çoğunluğu Hristiyan, Yahudi, ve diğer bir çok dinden ya da dinsiz olan, gelişmiş başka ülkelerin eleştiri ve acımayla izlediği sefalet ve acınası görüntüler, kahredici ızdıraplar içindedir?

 

İnanç güzel birşeydir ama inancımız acaba doğru olan mıdır? Hiç sorguladık mı? Elbette hayır. Çünkü inanç sorgulanmaz. Oysa ben, kendi ülkem ve insanlarım adına sorgulamak isterim. Türkler için, Anadolu halkı için doğru olan inanç, Mekke ve çevresi için inmiş olan mıdır, yoksa görkemli zamanların, tarihte gururlanarak izlediğimiz onca zamanın inançları hiç mi bu övünçlerde söz sahibi olmamıştır? Bilmiyorum elbette, sadece düşünmekte ve sorgulamakta yarar görüyorum.



Make a Free Website with Yola.