Ateizm evreni açıklamaya çalışan bir felsefi akım
mıdır?
Ateizm dünyayı açıklama iddiasında olan bir dünya görüşü ya da bir felsefi akım
değildir. Ateistler dünyayı açıklama ile ilgili konularda birbirlerinden farklı
görüşlere sahip olabilirler. Bir tibet rahibi, bir marksist, bir üniversite
profesörü veya dünyadaki pek cok sırrı uzaylılarla açıklayan "yeni
çağ" inanç sistemlerinden birine mensup bir kişi dünyanın açıklamasi ile
ilgili pek çok noktada birbirlerinden çok farklı, hatta belki taban tabana zit
düşüncelere sahip olabilirken, pekala da "ateizm" noktasında
birleşiyor olabilirler. Dolayısıyla ateizmin ortak bir dünya açıklaması,
değerler sistemi ya da ahlak felsefesi yoktur. Ateistlerin Tanrı konusu hariç
diğer felsefi konulara ilişkin ortak bir dünya görüşü olmak zorunda değildir.
Fakat ateistlerin büyük çoğunluğu bilimsel/materyalist dünya görüşüne sahip
kişilerdir ve dünya ve evren açıklamaları konusunda çağdaş bilimin bulgularını
kullanırlar. Dolayısıyla temel felsefi sorulara bilimin cevap verebildiği
ölçüde cevap verirler. Başka bir ifadeyle, ateistler evrenin kökeni, canlılığın
ortaya çıkışı, hayatın anlamı gibi temel felsefi konularda verilmesi gereken
cevapları bilime havale etmişlerdir.
Neden ateist olunur?
Ateist olmak için çeşitli sebepler olabilir. Ateizm Tanrı'ya olan inancın
yokluğu demek olduğundan, Tanrı kavramıyla karşılaşmamış olmak bile teorik
olarak ateist olarak nitelendirilmek için bir sebep olabilir. Fakat kendilerini
ateist olarak nitelendiren insanlar genellikle bu konuda kafa yorup araştırma
yapmış ve bilinçli bir şekilde Tanrı kavramına inanmamayı seçmiş kişilerdir.
Dünyaya kızgın olduğu için veya Tanrı'dan nefret ettiği için ateist olmak ise
sanılanın aksine çoğu ateist için geçerli değildir. Bu tür sebepler Tanrı
konusunda kafa yorup araştırma yapmak için birer motivasyon kaynağı
olabilirken, iddia edilenin aksine, Tanrı kavramının reddi için kullanılan
sebepler değillerdir. Nitekim bir ateist dinin dünyaya zarar verdiğini
düşündüğü için çevresindeki din figürlerinden ve dinsel düşünceyi temsil eden
kavram ve kişilerden hoşlanmıyor olabilir. Fakat bir insan varlığına inanmadığı
bir şeyden nefret edemez.
Ateist ahlak var mıdır?
İyi ve kötüyü ayırt edebilmek için Tanrı inancının gerekli olduğu fikri de
ateistlere göre geçersiz bir önyargıdır. İyi ve kötünün tespitinde dinler ve
Tanrı fikri haricinde herhangi bir prensibe dayanan her ahlak felsefesi
"ateist" kabul edilebilir (teistik olmayan anlamında) ve bu tür pek
çok örnek bulunmaktadır.
Hatta teizmin dünyada genel olarak ateizmden daha fazla ahlaksızlığa sebep
olduğu fikri ateistler arasında yaygındır.
Ateistlerin sayısı nedir?
Kendilerini ateist olarak tanımlayan insanların sayısı günümüzün modern
toplumunda bile toplam nüfusa oranla çok küçük olmasına rağmen, Tanrı
kavramının alışılmış şekline inanmayan fakat konunun bilimsel ve felsefi
boyutuyla meşgul olmak için yeterince zamanı, motivasyonu ya da sebebi olmayan
kişiler hesaba katıldığında, "teist olmayan" kesimin sayısı oldukça
önemli oranlara ulaşabilmektedir.
Bizi Tanrı yaratmadıysa kim yarattı?
Bu soruda iki mantık yanlışı bulunmaktadır. Döngüsel akıl yürütme ve çelişki.
Döngüsel akıl yürütme (ya da totoloji), bir noktadan başlayıp, dönüp dolaşıp
yine o noktaya dönmek demektir. Evreni yarattığı söylenen bir şeyin tanımından
yola çıkıp (Tanrı), sonra o yaratmadıysa kim yarattı diye soruluyor.
"Yaratılmadıysa nasıl yaratıldı?" diye sormaktan bir farkı yok bunun.
Bu soruyu soran kişilerin zihninde evren için yaratılması dışında
düşünülebilecek başka bir seçenek olmamasının ve bu kişilerin yaratılma fikrini
bu kadar doğal görmelerinin tek sebebi çocukluklarından beri yaratılma fikrine
alıştırılmış olmalarıdır. Halbuki yaratılma (yoktan var edilme), çok
alışılmışın dışında bir fikirdir. Kolay akla gelecek ve mantıklı bir şey
değildir. Nitekim bu yüzden insanlığın düşünce tarihinde, "yaratılma"
kavramı nispeten yeni bir kavramdır. (Birkaç bin yıllık). Ondan önce, daha çok
"Bir şeyden başka bir şeye dönüşme" vardır eski mitolojilerde ve
inançlarda. Çünkü bir şeyin yoktan ortaya çıkması pek kolay akla gelebilecek
bir varsayım değildir.
Bu konuda teistler tarafından sorulabilecek doğru soru "Evren nasıl ortaya
çıktı?" sorusu bile değildir. Çünkü bu da evrenin önce yok, sonra var
olduğunu kabul ediyor. Doğru soru "Evren hep var mıydı, yoksa sonradan mı
ortaya çıkmıştır?" sorusudur. "Çıktıysa nasıl ve neden?" diye
soru devam ettirilebilir. Ayrıca "Evrende neden hayat vardır?" sorusu
da bunlara eklenebilir. Ki bu soruların bir kısmı bilimin (kozmoloji ve teorik
fizik) alanına girmektedir. Girmeyen kısmı için ise dünya üzerinde hiç kimse
güvenilir bir yargıda bulunamaz.
Varlığın kökeni nedir?
Çoğu kişi, felsefeye yakınlıkları olmadığından, bu konularda fazla kafa yormaz
ve toplumdan öğrendiği şekliyle, "varlık"ı 'tuhaf', 'doğaüstü',
'yapay' ve 'açıklanması gereken' bir şey olarak görür. "Yokluk"
onlara göre doğaldır, başlangıçta olması gereken durumdur, fakat "varlık"
yapaydır. Açıklanması gereken, sonradan meydana çıkmış olması gereken bir
şeydir. Fakat, dikkat edilirse böyle bir kabulde bulunmak için geçerli bir
sebep yoktur. "Yokluk"un temel durum olduğu ve varlığın ondan
türetilmesi gerektiği dayanaksız bir kabuldür. Varlık ve yokluk durumlarının
birini temel durum kabul etmeye bizi itecek mantıksal bir gerekçe yoktur, ve de
zaten ne varlığın, ne de yokluğun, diğeri olmadan tek başına tahayyül
edilmeleri dahi mümkün değildir. Yani bu ikisi aslında birbirlerine bağlı
diyalektik bir bütündür, ve aslında mutlak yokluk diye bir şey tanımlanamaz.
(Bu konuyla ilgili sitemizdeki "Varlığın Kökeni" yazısını
okuyabilirsiniz).
Eğer dinler yanlışsa niye bu kadar çok kişi inanıyor?
Çünkü üç büyük din, aslında tek bir din sayılır. Hıristiyanlık ve Müslümanlık
Tevrat'ı referans alır. Toplumdan topluma biraz farklılık gösteren bu inanç
sistemi toprağa dayalı büyük imparatorluklar ortaya çıkmaya başladığında, bu
imparatorluklarla birlikte yayıldı. Bu inanç sisteminin mensubu olan toplumlar,
tarihte siyasi ve askeri açıdan daha başarılı oldular ve bu yüzden de inançları
yayıldı. Eğer başka bir dinin mensupları Hıristiyan Avrupa ve Müslüman Türk ve
Araplar kadar yayılmacı ve gaddar olsalardı, şu anda birileri eğer bu söz
konusu din doğru değilse neden bu kadar kişi ona inanıyor diye soracaktı.
Cennet, cehennem, Allah, Şeytan, Adem, Havva fikirlerine dayalı bu inanç
sisteminin bu kadar yaygınlaşmasının sebebi odur. Fakat, "Neden tüm
toplumların şu ya da bu şekilde bir dini vardır ve neden tümü doğaüstü güçlere,
ruhlara, Tanrı ya da tanrılara inanır?" diye sorulursa, o zaman cevap
değişir.
Bunun sebebi dünyanın neresinde doğarsa doğsun, tüm insanların aslında bu evren
denen bilinmezde aciz oluşu. Neden varolduğumuzu bilmiyoruz. Hayattaki
amacımızı bilmiyoruz. Hayatta bir amacımız olup olmadığını bile bilmiyoruz.
Kökenimizi zaten bilmiyoruz. Hele de geleceğimizi, ölümü ve ölümden sonrasını
hiç bilmiyoruz. Dolayısıyla bu kadar boşluk içindeki bireyleri bir araya
getirebilmek, bir amaç etrafında toplayabilmek ve onlara hayatta sağ kalıp bir
şeyler yaratma ve bir şeyler başarma mücadelesinin içine çekebilmek için
fikirsel olarak tutunacakları dallar göstermek gerekiyordu. Bazı ruhani
liderler ve karizmatik toplum önderleri de insanlara bu tür gerekçeler verdiler.
İşte dinler bundan ibarettir diyebiliriz.
Bu başka işlere de yaradı toplumda. Çünkü din öyle bir kontrol mekanizmasıdır
ki, normalde bir amaç etrafında toplanamayacak binlerce değişik kişi ve
karakteri kontrol etme imkanı veriyor. Dünya nimetlerinin haksız bölüşümünü de
insanların kolay kabul etmelerini sağlayacak bir psikolojik kontrol
mekanizmasıdır din örneğin. Bu amaç için idealler zaten. Hatta bazılarına göre
dinlerin ortaya çıkış sebebi de odur, yeryüzündeki tek fonksiyonları da.
Öbür dünya yoksa ölünce ne olacağız?
Bilimsel açıdan cevaplayabildiğimiz kadarıyla, ölünce toprak olacağız ve azot
ve karbon çevrimine gireceğiz.
Ruh bedenle birlikte ölecek. Çünkü ruh günümüzün çağdaş bilimsel yorumuna göre
beyin dediğimiz organın duygular, hafıza, akıl yürütme ve karar verme gibi bazı
fonksiyonlarına verdiğimiz isimdir. Dolayısıyla, vücudu bir makine gibi
düşünürsek, bu makine işlemez hale geldiğinde fonksiyonları da duracak. Artık
hissetmeyeceğiz, bilinçli olmayacağız, hiçbir şeyin farkında olmayacağız. Çünkü
bunu sağlayan organımız çalışmıyor olacak.
Ruhun bedenden bağımsız olduğunu iddia eden hiçbir din ya da ruhsal inanç,
örneğin neden içki içince hafızada ve zihinsel yeteneklerde azalma olduğunu
tutarlı bir şekilde açıklayamaz. (İçki içmek gibi fiziksel bir etki ya da
kişinin kafasını bir yere çarpması, nasıl ruh denen bedenden bağımsız bir
varlığı etkiler konusu geçtiğimiz yüzyıllarda filozofları çok düşündürmüştür ve
ruhu bedenden bağımsız gören hiçbir düşünce sistemi bu işin içinden tutarlı bir
biçimde çıkamamıştır). Bunu bilim açıklar, çünkü bilim ruha atfedilen
özelliklerin insan beyninin fonksiyonu olduğunu söyler.
Big Bang teorisi yaratılışı ve Tanrı"nın varlığını desteklemiyor mu?
Her şeyden önce, big bang modeli kesin olarak kanıtlanmış bir model değildir.
Eldeki modellerden biridir ve günümüzde en popüler olanıdır.
Ayrıca bu model yaratılışçı bir evren açıklaması gerektirmez. Bilimde, (teorik
fizikte) big bang'in neden meydana gelmiş olabileceği ile ilgili de pek çok
açıklama vardır. Bunların pek çoğu da bir sebebin varlığını gerektirmez.
Bunlara bir örnek verecek olursak, ünlü fizikçi Stephan Hawking'in
"Başlangıcı olmayan evren" modelini düşünebiliriz. Bu fikre göre
evren kendi üzerine kapanan bir kapalı çevrim oluşturur (aynen iki boyutlu bir
düzlemin üçüncü boyutta katlanarak bir küre haline getirilebilmesi gibi). Böyle
bir modelde evrenin başlangıcını aramak anlamsız olmaktadır, çünkü Stephan
Hawking'in kendi verdiği bir örneğe göre böyle bir evrende big bang'e neyin
sebep olduğunu sormak, dünya üzerinde "Kuzey kutbunun 5 km kuzeyinde ne
vardır?" sorusunu sormaya benzer. Yani anlamsızdır.
Fakat bu noktalar bir yana, big bang modelinde sözü edilen şeyle, dinlerin
yaratılış açıklamaları arasında hiçbir alaka yoktur. Big bang modelinde evren
bir noktadan genişleyerek varolur ama evrene yayılan maddenin nereden geldiği
konusunda bir yorum yapılmaz. Bu konuda yorum yapan başka fikirler varolmakla
birlikte, bu konuda bağlayıcı bir sonuç yoktur. Dinlerin yaratılış hikayesinde
ise Tanrı evreni 6 günde yaratmıştır ve yoktan var etmiştir . Neden bu işin 6
gün aldığı konusu bir yana, bu web sayfasındaki diğer yazıları okursanız,
alıntı yapılmış çeşitli ayetlerden göreceksiniz ki, kutsal kitaplardaki
yaratılış hikayesiyle, modern bilimdeki big bang teorisinin hiçbir ilgisi
yoktur.
Ateizm de bir din sayılmaz mı?
Doğaüstü güç ya da güçlere inanan, metafizik sorulara cevap vermeye çalışan
(ölümden sonrası, evrenin kökeni veya hayatın anlamı vs gibi) ve kanıta değil
imana dayanan (dogmatik) düşünce biçimlerine din denir.
Ateizm, herhangi bir felsefi soruya cevap verme gayesindeki bir düşünce biçimi
değildir. Ateizm, bir düşünce biçimi, inanç sistemi veya felsefi akım değildir.
Ateizm, yalnızca, Tanrı'nın varlığını reddetmek demektir.
Dinden bahsedilebilmesi için ortada inanç olması gerekir. İnanç tanımı gereği
kesin bir bilginin olmadığı durumda mümkün olabilecek bir şeydir. bir şey ya
bilinir, ya da bilinmiyorsan o konuda bir şeye inanılır. Ya da bilemeyeceği
kabul edilip bir şeye inanılmaz. Ateizm bu sonuncusunu yapar. Dolayısıyla
ateizm bir inanç değildir, bir inançsızlığın adıdır.
Evrende düzen var, canlılık var. Bu düzen nasıl kendiliğinden ortaya
çıkabilir? Evren nasıl sahipsiz olabilir?
Evren için kaos değil kozmos denir zaten. Yani adında bile düzen var. Bize
düzenli gözüktüğü açık evrenin. Fakat ortada hala 3 sorun var:
1) Bütünü kaotik olan sistemlerin bile kurallara uyan (düzenli) alt
parçalarının olabildiği saptanmış. Evrenin daha üst bir kaosun düzenli bir alt
parçası olması teorik olarak mümkün.
2) Evren düzenlidir, doğru, ama düzenin ille de bir zekadan çıkması gerektiği
mantıksal olarak gösterilemez. hiç kimse düzenin ille de zeka gerektirdiğini
mantıksal olarak kanıtlayamaz. Bize düzen zeka gerektirirmiş gibi geliyor olsa
da, bu pekala günlük düşünce alışkanlıklarımızdan ve şartlanmalarımızdan
kaynaklanıyor olabilir. Şartlanmalarımızın bizi yanılttığı durum bilimde az
değildir ve bir şeyin bize "öyleymiş gibi" geliyor olması hiçbir
zaman bir bilimsel kanıt değildir.
3) Evrendeki düzenin zeka gerektirdiği kabul edilse bile, bu zekanın belli bir
dinin, ya da açıklamanın önerdiği zeka olması şart değildir. Bu zeka birden
fazla olabilir, çok değişik formlarda olabilir, vs.
Ayrıca, "Evrenin bir sebebi olmalı" demek, bu sebep Tanrı olmalıdır
demek değildir. Kısacası, teist kesim ne yaparsa yapsın düzen akıl
yürütmesinden giderek hipotezlerini kanıtlayamaz.
Eğer bir sonucu, bir öncül önermeden doğrudan dedektif akıl yürütmeyle
çıkaramıyorsam, o önerme a apriori doğru değildir, dolayısıyla kanıt
gerektirir. Yani "Düzen=Zeka" gibi bir denklemi mantıksal olarak
yazamıyorsam, ya da başka bir ifadeyle, "zeka" denen kavramı
"düzen" denen kavramın tanımının içinden çıkaramıyorsam, bu zekanın
mantıksal olarak düzenden doğrudan çıkarılamayacağını gösterir. Dolayısıyla,
ortada bir kanıtlama yükümlülüğü vardır. Düzenin zeka gerektirdiğini
söyleyenlerin sırtına binen bir kanıtlama yükümlülüğü.
"Başka nasıl olacak ki?" demeyin. Bir şeyi sizin zihniniz
göremiyorsa, bu onun olamayacağı anlamına gelmez. İnsan zihni örneklere göre
işler ve örneğini görmediği bir şeyi kavramakta güçlük çeker. Teist de, zekadan
çıkmamış bir düzeni günlük hayatımızda pek görmediğimiz için, bunun aksinin
olamayacağını düşünür.
Bu yüzden günümüzde bilim adamları daha dikkatliler. İyi bir bilimsel yöntem
geliştirmişler ve bir şey eğer öncülünden mantıksal olarak dedektif bir akıl
yürütmeyle çıkarılamıyorsa, bu şey doğru kabul edilemez, kanıt gerektiren
hipotezler listesine eklenir. Düzenin zekadan çıkıp çıkmaması konusunda olduğu
gibi.
Her şeyin bir sebebi olduğuna göre, ilk şeyin sebebi Tanrı olmak zorunda
değil midir?
Her şeyin bir sebebi varsa, ilk şeyin sebebi nedir? İlk şey eğer evrenin ortaya
çıkışıysa, onun da sebebi Tanrıdır şeklindeki yaygın düşünce tarzı geçersiz bir
mantık yürütmedir. Burada hemen akla "Peki Tanrı'nın sebebi neydi?"
sorusu gelir. Nitekim küçük çocuklar genellikle sorarlar bu soruyu Tanrı
konusunda. Zihinleri açıktır çünkü henüz. Şartlanmamıştır. "Tanrı'nın
sebebi yoktur" veya "Tanrı kendi kendisinin sebebidir"
açıklaması geçerli bir açıklamaysa, o zaman "Peki evrenin sebebini niye
merak ediyorsun?" sorusu akla gelir. Belki de 'Evrenin sebebi yoktur' veya
'Evren kendi kendisinin sebebidir?'. Eğer evrenin sebebini merak etmek geçerli
bir mantık yürütmeyse, Tanrı'nın sebebini merak etmek niye geçerli değil? Onun
da sebebi daha büyük bir Tanrı, o Tanrı'nın da sebebi ondan büyük başka bir
Tanrı dersem, bunun sonu gelir mi? Eğer bir açıklama yapabilmek için bir yerde
durulması gerekiyorsa, o zaman nerede duracaklarına nasıl karar veriyorlar?
Neden evrenin sebebinde değil de, Tanrı'nın sebebinde duruyorlar?
Harun Yahya ve BAV'ın sitelerinde evrim teorisinin çöktüğü, bu teorinin
ateizmin dayanağı olduğu, dolayısıyla ateizmin de çöktüğü söyleniyor. Bu konuda
da bir sürü bilimsel alıntılar vermişler?
Her şeyden önce, evrim ateizmin dayanağı değildir. Ateizm evrim teorisinden
önce de vardı ve onunla birlikte doğmamıştır. Evrim teorisi bilimin
yapıtaşlarından olan önemli bir teoridir ve yeryüzünde hayatın ortaya çıkışını
ve çeşitlenmesini herhangi bir doğaüstü gücün müdahalesi fikrine gerek kalmadan
başarıyla açıklayabilmektedir. Fakat bu teori bilimin bir teorisidir ve
ateizmle ilgisi yoktur. Batı'da evrimi kabul eden pek çok inançlı kişi
bulunmaktadır. Hatta Vatikan'daki Katolik kilisesi, bir süre önce bu konuda bir
açıklama yapmış ve evrim teorisini kabul ettiklerini ve bu teorinin
hristiyanlık inancıyla çelişmediğini beyan etmişlerdir.
Fakat, evrim teorisinin yeryüzündeki canlılık ve özel olarak insanoğlunun ortaya
çıkışıyla ilgili açıklamaları üç büyük dinin kutsal metinleriyle bağdaşmadığı
için, doğal olarak pek çok dinsel kurumun bu teoriye karşı şiddetli tepkisi
bulunmaktadır.
Türkiye'de yaratılışçılık akımını yaygınlaştıranlar Harun Yahya ve BAV (Bilim
Araştırma Vakfı) olmuştur. Pek çok eserini Harun Yahya takma adıyla yazan bu
kurum, eserlerini Amerika Birleşik Devletleri kaynaklı ve kilise bağlantılı
olan ICR (Institute for Creation Research) kurumunun çarpıtılmış ve sahte bilim
örneği içeren bol miktardaki yazılarını türkçeye çevirerek hazırlamaktadır.
ABD'de kilise kaynaklı çok sayıda "Scientific Creationism" (Bilimsel
Yaratılışçılık) kurumu bulunmaktadır. İyi finanse edilmiş bu kurumlara ait
kitap ve web sayfalarında özellikle evrim teorisi aleyhinde çok sayıda
çarpıtılmış ve yanlış bilgi içeren ifadeler bulunmaktadır. Bilimsel görünümlü
ve hatta bazı bilim adamlarından alıntılar içeren bu kaynakların aslında gerçek
bilim dünyasıyla bir ilgisi yoktur. Batı'da bilim adamları kendi yazılarından
çarpıtılmış alıntılar yapan ve zaman zaman kendilerini evrim karşıtıymış gibi
gösteren bu tip yaratılışçı yayınları kınayan kamuoyu açıklamaları
yapmaktadırlar sık sık. Yaratılışçı kesim, neredeyse 100 yıldır ABD'de evrim teorisinin
ders kitaplarından çıkartılması ve yerine dinsel yaratılışçılık öğretisinin
konulması için uğraşmakta, fakat zaman zaman Alabama gibi bazı muhafazakar
eyaletlerde yerel başarılar elde etseler de, talepleri üst mahkemeler
tarafından her seferinde reddedilmektedir.
Dolayısıyla, yaratılışçılık akımı, batı dünyasında bilimsel bir uğraş
sayılmamakta ve ciddiye alınmamaktadır. Hele de Avrupa'da yaratılışçılığın
etkisi çok daha azdır. Fakat protestan kilisesinin maddi gücü tarafından
desteklenen Amerikan yaratılışçılığı, bilimin aşırı özelleşmiş bir alan olduğu
günümüzde, özellikle muhafazakar yörelerde ortalama vatandaş üzerinde etkili
olabilmektedir. Fakat buna rağmen bilimsel kamuoyunun güçlü olduğu batı
ülkelerinde bu konunun eğitim sistemini etkileyecek ve kitlelere zarar verecek
boyuta ulaşmasına engel olunmuştur. Asıl sorun ülkemiz gibi bilimin ve bilimsel
kamuoyunun güçlü olmadığı ülkelerde bu akımın sebep olduğu sorunlardır.
Özellikle Harun Yahya ve BAV, son 20 yıldır ülkemizde hemen hemen hiçbir engelleme
girişimiyle karşılaşmadan, özellikle yeni yetişen nesle kolayca ulaşmakta ve
bilimin halka indirilemediği ve yeterince bilinmediği toplumumuzda, bilimsel
konularda insanların beynini yanlış ve çarpıtılmış bilgilerle doldurmaktadır.
(Harun Yahya ve BAV'ın sitelerinde yer alan bazı sahte ve çarpıtılmış bilimsel
alıntı örnekleri için sitemizdeki "Sahte Alıntılar" yazısına
bakabilirsiniz).
Niye bu kadar çok bilim adamı dinsizdir?
Bilimin yöntemini yeteri kadar bilen ve özümleyen kişi bunun sebebini anlamakta
güçlük çekmez. Bilimde yeni bilgi bulmaktan çok doğru bilgiyi yanlış bilgiden
ayıklamak önemlidir. Bilim tarihinde en çok çaba buna gitmiş ve en fazla zorluk
bu konuda çekilmiştir.
Bu yüzden bilimin yöntemiyle ilgili kafa yoran bilim adamları bu konularda
önlemler alma gereği duymuşlar ve örneğin "yanlışlanabilirlik" gibi
kavramlar geliştirmişlerdir. Bir bilginin "yanlışlanabilir" olması,
yanlışsa yanlışlığının ortaya çıkarılabilir olması demektir. Örneğin
"Dışarıda yağmur yağıyor" yanlışlanabilir bir önermedir, çünkü eğer
yanlışsa, yani dışarıda yağmur yağmıyorsa, bunu anlamak için pencereden bakmak
yeterlidir. Fakat örneğin "Ölümden sonra hayat vardır" önermesi
yanlışlanabilir değildir. Çünkü eğer yanlışsa, bunu ortaya çıkarmak mümkün
değildir. Dolayısıyla bu bilimsel bir önerme değildir. Bugün artık herhangi bir
iddiayı bilimde bu ve buna benzer yöntemlerle test edip, bilimsel olup
olmadığına karar vermek mümkündür.
Dinlerin iddiaları arasında ise yanlışlanabilir olanlar çok azdır ve onların da
bir kısmı yanlışlanmıştır.
Din ile bilim arasındaki bir başka fark, dinde yargıların testten önce, bilimde
ise testten sonra, testin sonucuna göre verilmesidir. Dinde doğrular baştan
bellidir. Testin sonucu bu doğrulara göre yorumlanır. Bilimde ise test, doğruya
ulaşmak için kullanılır.
Dolayısıyla, bilim ile din arasında, yöntem açısından da çok önemli bir fark
vardır.
Günümüzde bilim denen uğraşın en öncelikli aktivitesi "bilgi üretimi"
değil, üretilen bilginin "testi" ve "doğrulanması"dır. Bir
şeyi kanıtlayamıyorsanız, size ne kadar doğruymuş gibi gelse de bu bilginin
bilimsel bir değeri yoktur.
Dinlerde de eksik olan nokta budur. Dinde çok fazla kabul yapmak zorundadır
insan. "İman" denen kavram, "kalp gözü" ya da "gönül
gözü" denen kavramlar, zaten bu " kanıtlamadan inanma"
aktivitesinin başka isimleridir. Dinlerin "dogmatik" olduğunu
söylerken kastedilen de budur.
Bu yüzden İslam'ın veya herhangi bir dinin bilimle bağdaşması mümkün değildir.
Çünkü bilimle din, yöntem olarak birebirlerinin neredeyse tamamen zıttı dır.
Peygamber veya din adamlarının bilimi teşvik etmesi bu gerçeği değiştirmez,
onlar yalnızca meseleyi kavramadaki yetersizlikleri yüzünden teorik olarak
mümkün olmayacak bir şeyi istemektedirler. Yani bilimle bağdaşmayan bir şeyden
bilim üretmesini.
Bir şeyin varolmadığı nasıl söylenebilir?
İnançlılar, ateizmin "Tanrı'nın varolmadığı" iddiasında bulunduğunu
düşündüklerinden, sıkça bu tür sorular sorarlar. Herhangi bir şeyin, hele de
Tanrı gibi varlığın, varolmadığının kanıtlanamayacağını iddia ederler. Fakat
kendileri günlük hayatlarında pek çok şeyin varolmadığı varsayımı altında
yaşarlar. Örneğin:
Noel baba var mıdır?
Masallardaki 7 başlı ejderha ve kaf dağının ardındaki dev var mıdır?
Ya da kanatlı at, veya anka kuşu?
Ya da Süpermen, batman?
Bu tür örnekler çoğaltılabilir. Öyle bazı olasılıklar akla gelebilir ki,
varolmaları ihtimaline karşılık büyük önlemler almak, hayatımızı ve yaşam
tarzımızı kökünden değiştirmek gerekir. Bunu kimse yapmadığına göre, bir şeyin
yok olduğu nasıl kanıtlanabilir sorusunu soran kişiler de dahil olmak üzere
herkes bazı şeylerin varolmadığı kabulü altında yaşar.
Ya görünmez insanlar varsa ve beni izliyorlarsa deyip, yalnızken soyunmamazlık
etmez.
Ya atmosferi zehirleyen gazlar veya virüsler varsa deyip devamlı gaz maskesiyle
dolaşmaya kalkmaz.
Devamlı kendisini gizli servisten birilerinin takip ettiğine ve yakaladıkları
anda işkence edeceklerine inanıp, buna göre yolunu veya bulunduğu yerleri
sürekli değiştirmeye kalkmaz.
Bunları neden yapmaz? Çünkü bir şeyin varolmasının mümkün olması varolduğu
anlamına gelmediği gibi, varolduğunu kabul etmemiz veya farz etmemiz anlamına
da gelmez.
Her insan, ancak varlığına dair delil olan şeylerin varolma ihtimallerini
ciddiye alır. Varolduklarına dair delil olmayan şeyleri ise yok kabul eder.
Bir şeyin varolmadığını kabul etmek için, varolmadığını kanıtlamak şart
değildir.
Evrenin her noktasını araştırmadan bir şeyin varolmadığı nasıl
söylenebilir?
Tanımlanmış bir şey, evrenin henüz görmediğimiz bir yerlerinde varolabilir ve
tüm evreni taramadan bundan emin olamayız bazı durumlarda. Fakat bu prensip
"bir şeyin varolmadığı kanıtlanamaz" önermesini kanıtlamak için
kullanılamaz.
Sınırı çizili, gözlem altına alınabilecek bir yer ya da bölge için, o bölgeyle
alakalı olan tanımlanmış kavramların varolup varolmadığı söylenebilir.
Dünya gezegeninde şehirden şehire uçup, zor durumda kalan insanlara yardım eden
bir "Süpermen" yoktur. Evrenin bir yerlerinde bir Süpermen'in olma
ihtimali yüzde sıfır olmamasına rağmen, bizim ilgilendiğimiz anlamda bir
Süpermen, (bizim hayatlarımıza karışan, hayatımızın ve gezegenimizin bir
parçası olan) yoktur.
Dolayısıyla, eğer uygun gerekçelerimiz varsa, en azından hayatlarımıza karışan,
ve kitap, peygamber gönderen bir Tanrı'nın varolmadığını teorik olarak söylemek
mümkündür.
Ayrıca, evrensel bazı prensipler olduğundan, örneğin mantık ilkeleri gibi,
bunlarla çelişen, örneğin tanımında bile paradokslar olan bir varlığın da,
evrenin tamamını dolaşmaya gerek kalmadan varolmayacağını söyleyebiliriz.
Fakat bu iki kritere de uymayan, yani bazı evrensel ilkeleri çiğnemeyen (bu
yüzden de yokluğu "a apriori" olarak bilinemeyecek olan) veya
hayatımıza karışmamasına rağmen evrenin bir yerlerinde varolan bir Tanrı
fikrinin ise varolmadığı kanıtlanamaz.
Sonsuz güçlü olmayan, ezeli ve ebedi olmayan, fakat bu evrenin varolmasından
sorumlu, dünyaya da hiç karışmamış bir varlık olarak tanımlıyorsanız Tanrı'yı,
o zaman varolmadığı kanıtlanamaz.
Fakat bu tür kavramların bile, varolduklarını düşünmemiz için bir sebep ortaya
çıkana kadar yok kabul edilmeleri mantık gereğidir. Yoksa, yukarıdaki soruda
bahsettiğimiz paranoid düşüncelerle başa çıkamayız.
Yani kısacası, bazı şeylerin varolmadığını kanıtlamak mümkündür. (Örneğin
Süpermen ve dinlerin tanrısı). Tanrı eğer yaygın şekilde anlaşılan biçimiyle
tanımlanmaz, varolma ihtimalini açık bırakacak türde bir tanımı yapılırsa, o
zaman da böyle bir Tanrı'nın varolmadığı gösterilemez, fakat varolmadığı kabul
edilebilir. Çünkü bizimle hiçbir bağlantısı olmayan, varolduğunu düşünmemiz
için bize hiçbir işaret vermemiş olan bir şeyin varolduğunu düşünmek için
hiçbir sebep yoktur.
Tasarlanmış olduğu açık olan bu evrene bakıp da Tanrıya inanmamak çok
mantıksız. Nasıl inanmayabiliyorsunuz?
İnançlılar, inanmak daha mantıklı olduğu için inanmaz. Böyle olduğuna inanmak
isterler, ama aslında ikna oldukları için değil, hatta mantıklı buldukları için
bile değil, sadece çevrelerindekiler inandığı için inanırlar. İnanmanın en
mantıklı çözüm olduğuna ikna etmişlerdir kendilerini, böylece sorgulama
zorunluluğundan da kurtulurlar. Görünüşte ikna edici birkaç söylemi
bellemişlerdir, ki bunlar genellikle doğanın altında bir denge, düzen ve zeka
olduğu ve başka türlü açıklanamayacağını iddia eden "teleolojik"
argümanın şu ya da bu formudur. Bu argüman için üretilmiş belli sayıda örneğin
birkaçını ileri sürer pek çok kişi. Fakat eğer bilgili bir ateistle
tartışıyorlarsa, bu argümanın aslında iddia ettikleri fikri kanıtlamada ne
kadar çürük olduğunu görmeleri uzun sürmez. Çünkü doğada düzen ve bilinçli
tasarım olmadığına işaret eden daha çok örnek vardır (Bkz. bu sitedeki
"Doğa ve Tasarım" yazısı) ve onların düzen ve bilinçli tasarıma
işaret ettiğini düşündükleri gözlemleri başka şekilde açıklamak her zaman
mümkündür. Ayrıca, bir türlü göremedikleri bir başka gerçek, evrenin arkasında
bir zeka olduğu gösterilse bile, bunun nasıl bir zeka olduğu
bilinemeyeceğinden, göksel dinlerdeki Tanrı fikrinin kanıtlanamayacağıdır.
Her şey tesadüfle nasıl açıklanabilir?
Bilim hayatın tesadüf eseri olduğunu söylemez. Bilimin böyle söylediğini
düşünmek sadece inançlı kesimden bazı kişilerin saplantısıdır. Bu saplantının
da sorumlusu yaratılışçı fikirlerin propagandasını yapan kesimin (Harun Yahya,
vs.) yanıltıcı beyanlarıdır.
Hayat mevcut doğa yasalarının zorunlu bir sonucudur. Şartların uygun olduğu bir
ortamda, evrendeki mevcut fizik ve kimya yasaları hayata yol açacaktır.
Çeşitliliğin bu kadar fazla olduğu bir evrende ise buna uygun ortamlar şurada
veya burada mevcut olacaktır. Asıl soru, evren neden böyle yasalara sahiptir
sorusudur. (Yani bazı yerlerde hayatın oluşumuna yol açan yasalar). Bunun ise
cevabı verilemez. Çünkü kimsenin elinde bu sorunun cevabını vermeye yetecek
kadar veri yoktur. Verilebilecek tüm cevaplar spekülasyon olmaya mahkumdur. Fakat
spekülasyon da olsa, bir cevap vermeye kalkarsak, bunun bir olası cevabı,
yaşamın altında bir tür zeka arayan bir cevap olabilir elbette. Bu ihtimal dışı
değildir. Fakat gerek bu zekanın ne olduğu, neye benzediği, kaç tane olduğu,
tek mi, yoksa birden fazla mı, ya da büyük bir uygarlığın sahip olduğu kolektif
zeka mı olduğu, gerekse, özgür olup olmadığı, koşullara bağlı olup olmadığı,
gücünün neye yetip yetmeyeceği, fiziksel olup olmadığı, vs. gibi noktaların
hiçbiri bilinemez. Dolayısıyla, evrendeki hayatın arkasında zeka gören bir
spekülasyon bile, içerdiği neredeyse sonsuz sayıdaki olasılıklar ve değişik
açıklama imkanları yüzünden, bir açıklama veya "hipotez"
sayılabilecek bir netlikten yoksundur. Yani ortada, bırakın dinlerin
yaratılışçılık açıklamasını, doğru dürüst bir açıklama bile yoktur. Bir
açıklama olsa, bu açıklamanın deney ve gözlemle doğrulanabilecek bir şey olup
olmadığına bakılır ve eğer bu koşullara uyan bir açıklamaysa, bunun bir
"hipotez" olduğunu söylerdik. Bu hipotezi destekleyecek çeşitli
deneysel ve gözlemsel kanıtlar bulduğumuz takdirde ise, bu hipotez bir teori
olurdu. Daha fazla delil buldukça da teori güçlenirdi. Fakat, ortada bırakın
teori veya hipotezi, hipotez olmaya aday bir açıklama bile yoktur. Evrenin
ardında bir zeka vardır demek o kadar bulanık ve netlikten yoksun bir
açıklamadır ki, hipotez olup olmadığını anlamak için dikkate alınması gereken
diğer koşulu incelememize gerek bile bırakmaz. (Yani açıklamanın somut
delillerle desteklenir olup olmadığını). Ortada bir hipotez değil, hipotez olma
netliğinden yoksun bir açıklama bile değil, fakat biraz çabayla bir açıklamaya
belki dönüştürülebilecek bir "fikir" vardır sadece. Evrenin altında
zeka olduğunu söylemek bundan ibarettir. Bir "fikir", ya da biraz
çabayla bir açıklamaya dönüşebilecek bir "bakış açısı"dır sadece. Öte
yandan, ilk anda akla gelen diğer alternatif, yani doğa yasalarının, mevcut
olasılıksal imkanların sonsuz çeşitliliği arasında, belli bazı durumlarda veya
ortamlarda (örneğin evrenimiz), hayata sebebiyet verebilecek yapıya sahip
olmasının teorik olarak mümkünlüğü, hem net bir açıklama, hem de somut
verilerle desteklenebilecek bir hipotezdir. Evrende, karşımızda açıkça evrenin
oluşumundan ve bizi yaratmaktan sorumlu bir şeyler görmediğimiz sürece,
gördüklerimiz, sadece bomboş uzay ve akla hayale gelmeyecek çeşitlilikte ve
zenginlikte gök cisimleri olduğu sürece, bu mantıksal verilerden çıkan sonuç,
veya bu verilerin desteklediği sonuç, bu bahsettiğimiz hipotezdir. Dolayısıyla
bu hipotez, gözlem verileriyle bile bir miktar desteklenmiş, bu yüzden belki
aslında artık "teori" mertebesine yükselmiş bir açıklama dahi kabul
edilebilir. Diğer seçenek ile kıyaslandığında, bilimsel bakış açısından,
evrendeki zekaya sebep olan doğa yasalarının varlığından, evrenin veya evrenlerin
(ya da üst evrenlerin, varsalar) teorik çeşitliliği ve imkansal zenginliğinin
sorumlu olduğunu düşünmek, kesinlikle rakipsiz bir bakış açısıdır.
Evrende hassas bir denge vardır. Güneşin dünyadan mesafesi, Planck
sabitinin değeri ve pek çok başka şey sanki özel olarak tasarlanmış gibidir.
Tüm bunlar evrenin ardında bir zeka olduğunu göstermiyor mu?
Evren'in o derece hassas bir dengede olduğu doğru değildir. Daha doğrusu, o
dengeler, kendilerinin oluşması için bir ayar yapıldığının göstergesi değildir.
Herhangi bir süreç, mevcut doğa yasalarına göre eninde sonunda belli bir denge
durumu oluşturur. Kuralları değiştirip, sistemi tekrar kendi haline
bıraktığınızda, bu sefer başka bir denge durumu oluşur. Yeni kurallara, yeni
duruma göre. Belli bir denge durumuna ve o duruma uygun olarak meydana gelmiş
oluşumlara bakarak, bunun altında tasarım aramak, meseleyi tersinden görmektir.
Burnumuz gözlük takmak için mi yaratılmıştır, yoksa burnumuzun şekline göre
gözlük diye bir şeyi biz mi icat ettik? Atomlar bir arada kalabilsin ve
bildiğimiz gerçeklik oluşabilsin diye mi Planck sabiti o değerdedir, yoksa
Planck sabiti o değerde olduğu için mi atomlar bildiğimiz gibidir ve gerçeklik
böyledir? Dünyada yaşam olsun diye mi dünyanın güneşten uzaklığı bildiğimiz mesafededir,
yoksa dünyanın güneşten uzaklığı bildiğimiz mesafede olduğu için mi dünyada
yaşamın olması mümkün olmuştur? (Nitekim başka mesafelerde gezegenler var ve
onlarda yaşam yok). İnançlıların bu mantığı çok ilginç bir kendini kandırma
örneğidir. Meseleyi tepetaklak eder, tersinden görürler. Fok balıklarının
derilerinin altında o kadar kalın bir yağ tabakası olmasını, üşümesinler diye
öyle yaratılmalarına bağlayan bir açıklamadır bu. Yaşadıkları fiziksel ortama
evrimsel adaptasyon yaptıkları için bu yapıya kavuştuklarını (çünkü başka türlü
olanların o ortamda barınamayıp öleceğini) görmez bu mantık. Aradaki uyuma
bakıp, sonuca göre sebep üretir. Komplo teorilerini üreten mantık da benzer bir
mantıktır. Şartlanmış zihinde, olayların böyle tersinden görülmesi çok yaygın
bir bakış açısıdır. Bunları destekleyen (desteklediği iddia edilen) olasılık
hesaplarını da yine önyargılı ve yanlı yaparlar. Gökten düşen bir tek yağmur
damlasının beni ıslatma olasılığı, sıfır denecek kadar düşüktür. Eğer gökten
düşecek her yağmur damlası için bu hesabı tekrarlarsam, her damlanın beni
ıslatma ihtimali sıfır çıkar. Tüm bu olasılıkları toplayıp, bu damlaların beni
ıslatma ihtimali sıfır olur dersem, o zaman herhangi bir yağmurda ıslanma
ihtimalimin hiç olmadığı sonucu çıkar ortaya. Peki kim buna güvenerek sağanak
yağan yağmurda şemsiyesiz çıkar? Ve kim sağanak bir yağmurda ıslanmadan eve
dönebilir? Burada problem nerededir? Burada problem, olasılık hesabının yapılış
şeklindedir. DNA'nın oluşumu olsun, hayatın meydana çıkışı, vs. olsun,
olasılığının çok düşük olduğunu iddia ettikleri durumların çoğunda, yaratılışçı
kesim bu tür yanlışlar yaparlar hesaplarda.
Evrim teorisi canlıların oluşumunu tesadüflerle açıkladığı için saçma
değil midir?
Evrim kuramının, türlerin oluşması ve evrimini rastlantıya bağladığı iddiası
bir çarpıtmadan başka bir şey değildir. Rastlantı, evrim kuramının bir
ayrıntısıdır yalnızca. Evrim kuramı, türlerin genetik malzemelerindeki
rastlantısal mutasyonlardan yalnızca türün değişen koşullara daha uygun olmasını
sağlayanların kuşaktan kuşağa aktarılabileceğini söyler. Evrim kuramının asıl
temelini oluşturan eleme mekanizması olan doğal seçilim ise rastlantısal değil,
zorunlu bir süreçtir. Doğal seçilim, acımasız bir düzenektir. Daha avantajlı
olanı bırakır, daha az avantajlı ya da zararlı olanı yok eder.
Canlılar dünyasında amansız bir rekabet, acımasız bir mücadele vardır. Herhangi
bir konuda daha iyi uyum sağlayan, (daha iyi gören, daha iyi uçan, eşeyli
türlerde karşı cinse daha çekici gelen...) bireyler hayatta kalır, diğerleri
ise yok olur gider. Bu süreçte vicdan, merhamet yoktur. Böyle bir dünyayı bir
yaratıcının yarattığını, tasarladığını söylemek ise, o yaratıcının aynı zamanda
merhametsiz, vicdansız, esirgemez ve bağışlamaz bir varlık olduğunu söylemekle
eşdeğerdir.
Rastlantısal mutasyonların çoğu bozucu ve dolayısıyla bireyin yaşamı için
zararlıdır. Bunlar oluştuğu anda gelecek kuşağa aktarılmaya fırsat bulamadan
yok olur. Bunlar arasından bireyin hayatta kalmasına en ufak yararı olanlar
ise, kuşaktan kuşağa aktarılarak birikir. Burada asıl belirleyici olan, şöyle
ya da böyle olabilecek mutasyonlar değil, bunları eleyen koşullardır. Burada
ise rastlantıya yer yoktur. Kural son derece sadedir: uyum sağlayan kalır,
diğerleri yok olur.
İnsanlar bundan sadece on beş bin yıl kadar önce kurtları evcilleştirmeye
başladı. Bunların yavrularından gözüne hoş gelenlerin, kendi amacına uyanların
birbiriyle çiftleşmesini sağlayarak bugüne kadar yüzlerce köpek ırkını üretti.
Aynı yolla, tavukları, koyunları, inekleri yabani ırklardan geliştirdi.
Doğadaki eciş bücüş, tatsız, küçük meyveleri sebzeleri, bugünkü dolgun, tatlı,
iri hallerine getirdi. İnsanların kuşaktan kuşağa yaptığı bu eleme, yapay
seçimdir. Doğal seçim ise temelde yapay seçim gibi işler. Birkaç farkla: yapay
seçilim bilinçli ve kestirme eylemlerin sonucu olduğu için yüzyıllar, bin
yıllar mertebesinde sonuç verir. Doğal seçilim ise kör ve amaçsız bir süreçtir.
Sonucunu milyonlarca, yüz milyonlarca, milyarlarca yılda verir.
Tüm bunları göz ardı edip, temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp, "Evrim
türlerin rastlantıyla oluştuğunu iddia eder" demek, ya onulmaz bir
cahillik ya da demagojik bir çarpıtmadır.