ARAPLAR, AHLAK VE ADETLERİAraplar
Sami ırktandırlar. Büyük kısmı bedevi denilen göçebelerden ibarettir.
Arabistanın haşin iklim ve doğası bu göçebelerin hayat ve âdetlerindeki
ilkelliğin sürdürülmesine ve korunmasına neden olmuştur. Bedeviler
çadırlarda yaşarlar. Süt, bulgur, bulunan yerlerde hurma, külde pişmiş
arpa ekmeği ile geçinirler. Kertenkele ve çekirge de yerler.
Bütün
işleri kadınlar görür. Bedevi Arapların en büyük sosyolojik oluşumu
kabiledir. Kabilenin, yetkisini soyundan alan bir reisi bulunur. Bu
reis her türlü davalara bakar. Kabileler arasında birbirlerini yok
etmeye kadar varan kavgalar eksik değildir. Birkaç kabilenin savaş
amacıyla birleşerek Kait, Emir, Seyit namları verilen bir reisin
idaresinde yaşadıkları da vakidir; fakat yine her kabile kendi
bağımsızlığını korur. Araplard, kâhinler, şairler ve aileden gelen
şerifler vardır.
İSLAMİYETTEN EVVEL ARABİSTANIN DİNİ DURUMUIslâmiyetten
önce Arabistanda yaygın din, türlü türlü putlara tapmaktan ibaretti ki
buna islam dini “müşriklik” adını verir. Bu putların en meşhurları Lat,
Menat ve Hübel idi. Ata dini de yaygındı. Bir zamanlar Sümerler
vasıtası ile girmiş olan natürizm yani göğe, yıldızlara, yere tapma
dini de varlığını sürdürüyordu. Sümerlerin İL ve BEL tanrıları
Yemenlilerce de tanrı tanınırdı. Yemenlilerin sabah yıldızı olan Astar
ları, Sumerlerin İştar tanrısıdır. Araplar, bilhassa göçebeleri, din
hususunda pek kayıtsız ve alaycı idiler. Pervasızca putlarına söverler,
hiddetlenince onları taşlarlardı.
Gerçi Araplar bir
Allahûtaala’dan söz ve Allah ismiyle yemin ederler, tanrıçalarına
Allahın kızları namını verirlerdi; fakat birçok cinlere, putlara,
ağaçlara ve taşlara ibadet eden Araplarda Allahütaalânın manası, o bir
sürü ilâhların sıfatı idi; bu tabirle açık şekilde bütün tanrıların
üstünde bir Allah kastolunmuyordu.
Dine karşı bu derece kayıtsız
olan Araplar içinde, İbrahim dini hakkında belirsiz bazı fikirleri,
nesilden nesile nakleden kimseler vardı; bunlar Hanif unvanını
taşırlardı. Haniflerİn İbrahim dininden nakledebildikleri Allah lâfzı,
ve sünnet olmak; gusletmek, tırnak kesmek gibi bazı âdetlerle, tavaf
gibi bazı ayinler İdi.
Bizans himayesindeki Suriyede. Sina ve Mısırda, Habeşistan vasıtasıyla Yemende hıristiyanlık az çok yayılmıştı.
Arap
Yarımadasının birçok yerlerindeki yahudi kolonileri vasıtasıyla Musa
dini de Araplarca bilinmişti. Bir aralık yahudilik Yemende hâkim bir
din olmuştu. Irak vasıtasıyla Araplar Zerdüşt dinini de öğrenmişlerdi.
KABE VE DİĞER TAPINAKLAR, KAHİNLERArabistanın
çeşitli yerlerinde insan heykellerinden ve bitki resim ve suretlerinden
ibaret ağaçtan ve taştan putların korunmasına özel yerler vardı.
Muhammedin ortaya çıktığı Mekkedeki Kabe denilen tapınak bu yerlerin en
büyüklerinden idi. Her tapınak kâhinler tarafından yönetilirdi.
Kâhinler nezirleri, sadakaları kabul ve ayinler yaparlardı. Güya
kayıptan haber verirler, rüyaları tabir ederlerdi.
Kabe, küp
yani tavla zarı seklinde demektir. Aslında, kâbe kare şeklinde, insan
boyunda dört duvardan ibaretti; duvarlar harçsız, adi taştan
yapılmıştı. Binanın çatısı da yoktu; dört köşesinde dört tas vardı;
bunların en meşhuru Haceriesvet denilen bir Karataştı. Kâbe çok
eskidir. Ne vakit ve kimler tarafından yapıldığı bilinmiyor, Arap
geleneği kâbenîn inşasını İbrahim Peygambere dayandırmaktadır.
Bu
mukaddes karataş geleneği aynen Friklerde de vardı. Friklerln mukaddes
sayarak ihtiram ve ibadet ettikleri Karataş bugünkü Afyon Karahisar’ın
kuzeyinde eski Pessinüs şehrinde bulunuyordu. Bunun kutsallığı geleneği
bu şehrin Romalılar tarafından zaptına kadar devam etmişti. Demek ki
Kâbenin bir köşesindeki Karataşın kutsiyet almasından, ziyaret ve tavaf
edilmesinden çok önce Friklerde karataşın tapınak ve ziyaret yerine
esas olması âdeti oluşmuş bulunuyordu. Kâbe başlangıçta mahalli bir
mabet iken Mekke halkı burasını bir mulusal tapınak derecesine
yükseltmişlerdi. Mekkeliler Arapları kendi tapınaklarına çekebilmek
için Arap Yarımadasının muhtelif yerlerinde tanrı tanınan 360 putu
Kâbede yerleştirmişlerdi. Kâbenin kutsallığını yahudi geleneklerine de
bağlamışlardı. Bu uydurmalara göre İbrahim, karısı Hacer ile oğlu
İsnıaili buraya getirmişti; Zemzem de onlar için fışkırmıştı. İbrahim,
oğlu İsmail ile birlikte Kâbeyi bina etmişlerdi. Cebrail kendilerine o
zaman beyaz ve parlak olan Haceriesvedi getirmişti; bu taş soradan
günahkârların ellerini sürmelerinden dolayı kararmıştı. Bunların hepsi,
elbette, soradan uydurulmuş masallardır.
Kureyşliler Kâbenin
düzenine de önem vermişlerdi; ayrı ayrı dini görevler ortaya
koymuşlardı; Kâbe kapıcılığı ve hacılara su temin etmek ve fakir
hacılara ücretsiz yemek dağıtmak gibi Arapları celbedecek işleri görmek
için birtakım görevler oluşturulmuştu. Bu özen sonucunda Kâbe bütün
Arabistanın dini ve milli bir merkezi oldu. Bundan başka Mekke’de bir
panayır kuruldu. Ticaret Kureyşliler elinde olduğundan bu panayırdan
çok yararlanırlardı. Panayırda şiir ve hitabet yarışmaları yaparak da
Mekke ve çevresinin önemi arttırılmıştı. Ticaretlerinin gelişmesi ve
Kâbeyi ziyaret etmek üzere hacıların gelmesi için güvenlik ve düzenin
sağlanması gerektiğinden Mekkenin etrafında çarpışmaların, döğüşlerin
yasaklanması amacıyla birtakım kurallar konmuştu. Bunların herbirine
diııi şekiller verilmişti. Kâbenin İbrahim tarafından yapılmış olduğu
söylenerek, dört ay, etrafında muharebe etmek yasaklanmıştı. Bu
tedbirlerin herbiri Mekke ve Kâbenin önem ve şerefini arttırmıştı.
Arabistanda az çok hıristiyanlar da bulunduğundan diğer putlar arasına
elinde çocuğu Isa olduğu halde Meryemin de resmi konulmuştu, işte bu
koşullar içinde Kabe Kureyşliler için ekonomik ve ticarî çıkarlar
sağlamaya yarayan bir araç oldu.
DİL VE EDEBİYATArap
dili, Sami diller grubundandır. Arapdili birtakım lehçelere
ayrılmıştır. Bu lehçeler arasında epey farklar vardır. Arabistan,
Suriye, Elcezire ve Mısır lehçeleri de birbirinden farklıdır. Hali
hazırda Arap lehçeleriyle konuşanların sayısı çoktur. Ancak, Arap
diliyle konuşan insanlar, ırksal açıdan bir birlik oluşturmazlar.
Arapların
yazı dili bir türlü, konuşma dilleri başka türlüdür. Arap dili, Sami
dillerin en zenginidir. Bu da müslüman şairlerin ve hatiplerin,
bilhassa müslüman Türklerin, Arap dilini işlemelerinden ileri
gelmiştir. Arap sözlüğünü yapan bir Türktür. Şairlerin Arap sosyal
hayatında büyük bir yeri vardı. Bu şairler Arapların Şamanı ve kâhini
idiler. Başarı kazanan şairlerin şiirleri ağızdan ağıza aktarılır ve
heryerde ezbeıienirdi.
Şairler şiirlerini panayırlarda
sundukları zaman en yüksek şairler hakemlik ederler, birinciliği
kazanan şiirler Kabe duvarına asılıp bütün Arabistanda takdir edilirdi.
Mualleka denilen bu şiirler yedi, yahut dokuzdur.
Muallekalardan
başka Hamase namını taşıyan kahramanlık şarkıları da vardı. Arap
edebiyatının Kurandan önceki eserleri bunlardan ibaret idi.
KURAN VE VAHİYMuhammedin
koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kuran denir. Bu esasları içeren
eden cümlelere Ayet, Ayetlerden oluşan parçalara da Sure derler. İslâm
geleneğinde bu ayetlerin Muhammede Cebrail adında bir melek
aracılığıyla Allah tarafından vahiy, yani ilham edildiği kabul edilir.
Tarihî
açıdan da incelendiğinde görülüyor ki: Muhammet birdenbire Allanın
Resulüyüm diyerek ortaya çıkmamıştır. O, Arapların ahlâk ve âdetlerinin
pek fena ve pek ilkel ve iyileştirilmeye gereksinimi olduğunu anlamış,
bunları düzeltmek için tenha yerlere çekilerek senelerce düşünmüş ve
yıllarca düşündükten sora kendisinde vahiy ve ilham fikri doğmuştur.
Vahiy, ilham fikri Muhammetten evel de Araplarca bilinirdi. Bütün ilkel
kavimler gibi, Araplar da, şairlerin, akil erdiremedikleri kuvvetlerden
ilham aldıklarına inanırlardı. Bu kuvvetler Araplar için cinlerdi.
Cinler, güya, kâhinlere kayıptan haber vermek kudretini ilham
ederlerdi. Bu çeşit inançlar Arabistanda herzaman o kadar canlı ve
derin olmuştur ki Muhammet dahi cinlerin varlığına samimî olarak
inanmıştır. O, hakikaten cinlerin şairlere şiir ilham ettiğinden
emindi. Araplar şairleri, bir kâhin gibi değerlendirirlerdi. Muhammedin
Musa, İsa, dinlerine dair öğrendikleri de kendisinde bu inancı
kuvvetlendirmiştir. Bu Peygamberler de melekler aracılığıyla ilham
aldıklarını söylemişlerdi. O dinlerde de cin ve melek kabulü, anlayışı
vardı. Dinler nazarında cinler, kötü ruhlar olduğundan peygamberler
onlardan ilham alamazlardı. Muhammet te diğer peygamberler gibi
kendisine ilham eden kuvvetin insanları ele geçirerek kullanan bir
kuvvet olmayıp, onlara hayır ve mutluluk yolunu gösteren ilâhî bir
kuvvet olduğuna samimî olarak inandı.
Muhammet başlangıçta her
halde şiddetli bir heyecana kapıldı. Birtakım dinî endişeler ve vicdanî
irdelemelerle samimî şekilde üzüldü. Muhammet namuslu ve çıkar
düşüncesinden soyutlanmış olarak ortaya atıldı. Onun amacı, yaşadığı
çevrenin ahlâkını, dinini ve sosyal hayatını düzeltmekti.
İLK VAHİYMuhammedin
Peygamberliğinin başlangıcına dair birçok rivayetler vardır. Bunlar pek
çok efsanelerle karışmıştır. Gerçekte Peygamberin ilk söylediği Kuran
ayetlerinin ne olduğu katî surette bilinmemektedir. Muhammet uzun bir
süreçteki düşüncelerin ürünü olan ayetleri gerek ve gereksinimlere göre
bildiriyordu. Bununla beraber kendisini harekete geçiren kuvvetin
doğaüstü bir varlık olduğundan samimî bir şekilde emindi. Muhammedi
harekete getiren ilk neden bu samimî heyecanlar olmuştur. Muhammet
başlangıçta düşünmeden, hazırlıksız olarak dinî hitabette bulunan bir
vaiz oldu. Vaizlikten Nebiliğe, Nebilikten nihayet Allahın Resulü
haline geçti. Aralarında yaşadığı insanların manevî çıkarı için ve
büyük bir hakikat adına mücadeleye atıldı, sonunda dünyaya yayılan bir
dinin kurucusu oldu. Muhammedin yaydığı din, insanların kalbinde derin
bir haz ve ferahlık uyandırdı. O ölüp gittikten on dört asır sonra bile
islâmiyet, hâlâ kalplerde haz ve ferahlık metdana getirmektedir.
Bununla beraber sosyal hayat, Muhammedin ilk telkinlerini zengin bir
gelişme ile değiştirmekte ve genişletmektedir.
Kuranın
içindekiler başlıca üç konuda ele alınabilir. Birincisi ve en önemlisi
Allanın bir olduğuna ve ondan başka Allah olmadığına ve Muhammedin onun
Resulü bulunduğuna inanmak;
İkincisi, hukukî hükümler;
Üçüncüsü, tarihe ait bilgilerdir.
Hukukî
hükümler zaman ve mekân içinde sosyal toplulukların uğradıkları
değişikliklere göre değişegeldiğinden on dört asır önceki zaman ve
mekânın gereksinimine göre gerekli ve yeterli görülmüş olan esaslar
yerine bugün birçok çeşitli kanunlar ve usuller konulmak zorunluluğu
görülmüştür. Bunlar bile ölümsüz olmayıp zamanla değişmeye mahkûmdurlar.
Tarihe
ait bilgilere gelince: yeni bilimler sayesinde meydana çıkarılan
gerçekler en yakın tarih bilgilerini bile temellerinden sarsmaktadır.
İmana
ait olan birinci esas, sadeliği itibarıyla gerçekten çok önemlidir. Bu
esasın, her hitap edilen kişinin yeteneğine göre açıklamasında güçlük
çekilmez.
Muhammet sağ iken Kuranın ayetleri bazı adamlar
tarafından derilere, kemiklere, çömlek parçalarına, hurma dallarına
yazılmış ise de bir arada toplanmamış, ayrı ayrı parçalar halinde
kalmıştı. Birinci defa Ebubekirin halifeliği sırasında ve son defa
olarak Halife Osman devrinde toplanmıştır. Kuranın bizim elimize
ulaşmış olanı, Halife Osman (644-656) tarafından toplanmış olanıdır.
Kuranın düzeninde yalnız surelerin uzunluğu ve kısalığı gözönüne
alınarak uzun sureler baş tarafa, kısaları en sonuna konulmuştur.
Başlangıç olduğundan yalnız Fatiha Suresi bundan hariç tutulmuştur.
Kuran sureleri Mekke’de ve Medine’de söylenmiş olmak itibarile başlıca
ikiye ayrılır. Birinci devreye ait ayetler az çok hissî ve edebîdir.
Medine’de söylenen ayetler ise içerik bakımından daha ciddî olmakla
beraber edebiyat açısından Mekke devri ayetlerinden dundur.
Muhammet
davet ettiği dinin, kendinden önce Musa, İsa ve sair peygamberler
tarafından davet edilen İbrahim ve Tevhit dini olduğunu söylemiştir.
MUHAMMET MEDİNE’DEMedine denilen yerin adı Yesriptir. Muhammet oraya hicret ettikten sora onun oturduğu yer olması nedeniyle Medine dendi.
Muhammet,
islâm teşkilâtına Medine’de başladı, orada islâm cemaatinin siyasî ve
askerî reisi oldu; Mekke müşriklerine karşı harp ilân etti.
Muhammet
Medine’de müslümanların ibadet etmeleri için bir cami (islâm cemaatinin
toplanacağı yer) yaptı. Bu ilk cami damsız kerpiçten yapılmış dört
duvardan ibaret idi. Caminin bir duvarına bitişik olmak üzere Muhammet
ile karıları için kerpiçten yatacak odalar yapıldı. Sonraları avlunun
bir köşesinin üstü de hurma dallarıyla örtüldü. Caminin kıblesi Kudüs
idi. Sonraları Mekkeye döndürüldü.
Mekke’den gelen muhacirlere, Muhacirin, Medinelilere Ensar (yardımcı) denmiştir.
Medinelilerden müslüman olanlar çok çabuk çoğaldı. Yalnız Us kabilesi kolaylıkla İslâmiyeti kabul etmedi.
Muhammedin
Yahudilerden gördüğü muhalefet daha şiddetli olmuştur. Muhammet
Arapları tatmin ve Yahudileri bertaraf etmek suretiyle adım adım
başarılı oldu. Fakat, islâmiyet ancak Arap Yarımadasının sınırlarını
aştıktan ve Arap olmayan kavimler, bilhassa Türkler tarafından kabul
edildikten sonradır ki, büyük bir din haline geldi.
Arap olmayan
kavimler islâmiyeti hırsla benimsediler, halbuki asıl Araplardan olan
sınıflar islâmiyeti, zorla hükmetmek için bir siyaset aracı olarak
kullandılar. Sonunda söz ve iktidar Arap olmayan müslüman kavimlerin
ellerine geçti. Araplar adeta çöllerine döndüler.
Muhammedi ve onun
nasıl bir din kurucusu ve dinî bir devlet reisi olduğunu anlayabilmek
için onun bilhassa askeri faaliyetlerini incelemek lâzımdır. Aksi
takdirde Muhammedi, her şeyi bir melekten alan ve aynen çevresine
tebliğ eden okuma yazma bilmeyen, cahil, hissiz hareketsiz bir put
seviyesine indirmek hatasından kurtulmak mümkün olmaz. Halbuki Muhammet
denilen şahsiyet kendisi hassas, düşünce sahibi, girişimci ve
çağdaşlarının en yükseği olduğunu yaptığı işlerle ispat etmiş bir
varlıktı.