Seninle
karşılıklı yazdığımız şu mektuplar, hep belli bir varsayım üzerine
dikkat edersen. Sen, bir yerde Kuran’ın hakkını savunmaya uğraşıyorsun
bir anlamda. Ben de bu söylediklerine karşı görüş oluşturacak
önermeleri diziyorum.
Aslında, herşeyi senin Allah’ı var kabul
etmen üzerine bu şekilde tartışıyoruz. Ben, aslında Allah’ın (Allah
diye kastedilen Tanrı’nın) olmadığını söylediğim için, arkası geliyor.
Kuran da Kuran olmuyor, peygamber de peygamber olmuyor, iş bitiyor
yani. Sen ise, Allah’ı var olarak kabul
ettiğin için, onun varlığının inkar edilmez uzantıları (sonuçları) olan
Kuran’ı, peygamberi, bunlardaki her türlü –benim görüp senin görmeyi
reddettiğin- insani hataları ve bunlarla ilişkili daha binlerce unsuru
savunmak, akla ve bilime uygun, mantığa uyumlu, çağımızla tutarlı
nedenlere, durumlara bağlamak zorunluluğunda buluyorsun kendini. Burada
Kuran falan değil ama aslında sen haksızlığa uğruyorsun. Çünkü
giriştiğin işi başarmana olanak yok. Ben tek bir şeyi (Allah’ı
reddetmekle, onunla ilişkili binlerce, onbinlerce sakat, tutarsız,
uygunsuz unsuru da bertaraf ediveriyorum. Sen ise o onbinleri, tüm
hataları, tutarsızlıkları ile bana beğendirmeye (kabul ettirmeye) uğraşıyorsun bir anlamda. Bu bence, sana haksızlık. Sence de değil mi?
Onun için, hangi tür müslüman olursan ol, hatta islamdan başka bir
inancın müridi ol, tamamı insan yapımı oldukları besbelli dinlerden
herhangi birine inanmamayı seçmiş ve bunu da düşünerek yapmış birine bu inançlardan herhangi birini kabul
ettirebilmen olanaksız. Sen, bu çabada kendini geliştirmiş ve sahip
olduğun zekanın hakkını vererek uğraşan bir insansın. Bu gibi zor
çabaları kaldıracak yapıda ve güçtesin tanıdığım kadarıyla. Ancak, bu
kapasitenin yanına bile yaklaşamayacak bir takım insanlar da, seninle
aynı çabaya girişiyor ve elbette nefesleri, yetenekleri, bilgileri ve
kapasiteleri daha ilk basamaklarda tükendiği için, çaresiz kalan her
yetersiz insanın yaptığını yapmaya yani Kuran'dan da aldıkları
cesaretle küfürlere, tehditlere başlıyorlar. Bu da elbette bunların
eliyle, senin inandığın ve değer verdiğin dininin aleyhine işliyor..
Bir müslümanın işi zordur. İmkansız için uğraşır, kapasite sahibi
olanlar epey aşama kateder ve ödül olarak kendilerini geliştirebilirler
ama haddi olmadan buna girişenler? Küçümseyebileceklerini sandıkları
insanların elinde oyuncak oluverirler. Adına cengaverlik ettikleri
dinleri de öyle...
Yani imkansız için uğraşırken, bir de yanında koştuklarını zannettiklerinden çelme yiyorsun ki, bu işini daha da güşleştiriyor.
İnsanların tek bir seçenekleri var. O da, daha güzel, daha mutlu, daha
çok saygı gördükleri, daha güven duydukları, geleceklerini kaygıyla
beklemedikleri bir dünya ve yaşam için, kendi inançlarını hayatın odak
noktası olmaktan ve tüm insanların bu noktaya odaklanmaları gerektiğini
düşünmekten vaz geçmeleri. Herkes inancını kendi içinde yaşar ve
başkalarınınkine –sözde değil, gerçekte- saygı gösterirse, herkes kendi
cennetini yaratır o zaman. En güzeli ve tek yolu da budur. Ne İslam
insanları mutluluğa ve huzura götürür ne hıristiyanlık, ne Budizm, ne
de herhangi bir başka inanç biçimi. Huzurun ve mutluluğun, yani
cennetin tek yolu, insan olmaktır.