"TANRI'YA NEREDEN GİDİLİR?" DİYE SORDU DOMUZCUK
"Kimsenin kendilerini aldatmasına izin vermeyenler için bir kitap"
Domuzcuk ve
küçük Kirpi küvette oturmuş, içtenlikle ve neşeyle gülüyorlardı. Tıpkı güneş
parladığı ya da yağmur yağdığı zamanlarda hep yaptıkları gibi.
“Ne güzel
değil mi!” dedi Domuzcuk.
“Daha iyi
olamaz!” diye yanıtladı Kirpi ve kollarını iyice açarak gerindi. “Bütün dünyayı
kucaklayabilirim!”
Domuzcuk,
“harika bir fikir!” diye yanıt verdi. “Ama önce gidip biraz elma toplayalım.
Kurt gibi açım.”
“Güzel”
dedi Kirpi.
Domuzcuk,
“Tanrı’yı nerede bulabiliriz?”, diye yolda rastladıkları her hayvana sordu.
Fakat Kaz, Tavşan, Köstebek, hiç kimse
Tanrı hakkında hiç bir şey duymamıştı. Fakat kurnaz Tilki yanıtı biliyordu.
“Bir
keresinde, insanların Tanrı hakkında tartıştıklarını duymuştum”, dedi Tilki.
“Tapınak dağının tepesinde ona bazı büyük evler inşa ettiler”. Kirpi; “neyi
tartışıyorlardı?” diye sordu. Tilki; “Sanıyorum, Bay Tanrı’nın hangi evde
yaşamakta olduğu konusunda anlaşamıyorlardı” diye yanıtladı ve sessizce ekledi:
“Bana sorarsanız oraya gitmeyin! Oradaki insanlar çıldırmış!”
Domuzcuk ve
küçük kirpi bu güzel tavsiyesi için Tilki’ye kibarca teşekkür ettiler. Fakat
çok meraklı oldukları için, bu uyarıyı dinlemeyerek dağa tırmandılar. Ne
kaçırdıklarını öğrenmeleri gerekiyordu!
Kirpi ve
Domuzcuk birinci eve yaklaştılar. Komik bir şapkası, siyah ve uzun bukleleri
olan bir adam, evin önünde duruyordu. “Tanrıya nereden gidilir?” diye sordu
Domuzcuk. “Burası Efendi’nin tapınağıdır, bir sinagog”, diye açıkladı adam.
Adam neden söz ettiğini iyi biliyordu, çünkü o bir “haham” yani Yahudi din
bilginiydi.
“Çok iyi!”
dedi Kirpi. “Beyefendi evde mi? Onunla kısa bir görüşme yapabilir miyiz? Çok
vaktini almayız...” “Eğer anneniz bir Yahudi kadınıysa!” diye yanıtladı haham.
Domuzcuk; “Benimki sadece bir domuz” dedi.
“Üzgünüm!”
dedi haham. Bu törensel yordam sırasında, tapınağa sadece Yahudiler girebilir.
Küçük domucuklar ise asla giremezler!”
“Bu hiçte
nazikçe değil!”, dedi Domuzcuk. “Her şeye kaadir olan Tanrı, nazik değildir”,
dedi haham. “Her şeyi bilir ve çok bağışlayıcıdır ama On Emrini dinlemeyen
olduğunda çok da kızabilir!” diye ilave etti ve bunu kanıtlamak için onlara
büyük Tufan hikayesini anlattı.
“Bir gün”
dedi haham, “Tanrı, Efendimiz, insanlar tarafından çok kızdırıldı ve dünya
üzerindeki tüm yaşamı yok etmeye karar verdi.”
“Tüm yaşamı
mı?” diye sordu Domuzcuk korkuyla. “Bütün bebekleri, bütün büyükanneleri ve
bütün hayvanları mı? Domuzcuklar, Kirpiler, Kelebekler ve küçük Gine
Domuzcuklarını da mı?” “Evet, tüm yaşamı” dedi haham. “Sadece her türden bir
çift hariç. Nuh, bu türleri yaptığı gemide topladı. Bu, Nuh’un gemisidir. Sonra
Tanrı kalan bütün insanlar ve hayvanlar boğulana dek yağmur yağdırdı.”
Kirpi ve
Domuzcuk bir süre sessiz, kalakaldılar. Herhalde bu kadar çok boğulmuş bebek,
büyükanne, domuzcuk, kirpi ve Gine Domuzcuğunu hayal edemediler. “Bu çok
acımasız” diye düşündü Domuzcuk ve eğer Bay Tanrı ile karşılaşırsa, onun
ayağına çok kuvvetli şekilde basmayı kararlaştırdı.
“Bahse
girerim, o hikayeyi bizi korkutmak için uydurmuştur!” dedi Domuzcuk nefes
nefese kaçarlarken. “Kim böyle bir hikayeye inanacak kadar aptal olabilir?”
“Bazı insanlar hayalet gördü diye küçük Gine Domuzcuklarını boğan bir Tanrıya
kesinlikle inanmıyorum!”, dedi Kirpi.
Sonra Kirpi
ve Domuzcuk ikinci eve gittiler. “Bana
gelin, ey zayıf ama yükü ağır olanlar!” dedi evin önünde duran adam. Komik, mor
bir şapka giyiyordu ve yere kadar uzanan garip bir giysisi vardı.
“Tanrıya nereden
gidilir?” diye sordu Domuzcuk. Adam, ne dediğini bilen gerçek bir piskopostu.
“Burası
Tanrı’nın evidir, bir kilise!” diye açıkladı piskopos. “Efendimizin adıyla bir
araya geldiğimizde, o da aramızdadır.” “Güzel!” dedi Kirpi.
Hep
birlikte kiliseye girdiler.
“Tanrı
günahlarımızı İsa’nın kanıyla yıkayıp temizledi!”, dedi piskopos. “Kanıyla?
Hık!” dedi Domuzcuk. Kirpi de şaşkınlıkla; “Ben her zaman sabunla yıkanmak
gerektiğini düşünürdüm.” dedi .
“Tanrı bize
müjdeledi ki; eğer onun yolundan gidersek, cennetin kırallığı bizi bekliyor
olacak!” dedi piskopos.
Domuzcuk;
“Buradaki insanlar pek de mutlu görünmüyorlar” diye düşündü. “Neşesiz ve
kederli görünüyorlar!” Hayır, Domuzcuk burada daha fazla kalmak istemiyordu.
Fakat sonra kendisini çeken bir şeyi farketti. Bir sürü kurabiye! Öndeki
masanın üzerinde, büyük, altından bir tabağın içindeydiler. Domuzcuk aç olduğu
için bir kaç tanesini ağzına atıverdi.
Fakat bu
piskoposun hoşuna gitmedi. “Tanrı aşkına, ne yapıyorsun orada!” diye öfkeyle
bağırdı. “Bir kaç tane kurabiye yiyorum, çünkü çok açım” dedi Domuzcuk. “Ama
onlar kurabiye değil, İsa’nın bedeni!” diye homurdandı piskopos. Haçtaki adamı
işaret ederek; “Onlar kendini bizim için feda eden İsa’nın etidir!” Bu
Domuzcuk’u gerçekten kötü hissettirdi. Elma, havuç ve mantar yemeyi severdi ama
çok uzun yıllar önce ölmüş bir adamı değil! Çabucak tuhaf kurabiyeleri tükürdü
ve Kirpi’nin elini yakalayıp “Buradan hemen uzaklaşalım!” diye haykırdı.
“Bunlar Yamyam! Bay Tanrı’nın oğlunu bile yiyorlarsa küçük kirpi ve
domuzcuklara kim bilir neler yaparlar...”
Kiliseyi
terk ettikten sonra küçük Domuzcuk ve küçük Kirpi, üçüncü eve bakmayı pek
istemiyorlardı. Diğer yandan, gerçekten ne kaçırdıklarını da öğrenmeyi çok
istiyorlardı. Bu nedenle bütün cesaretlerini toplayıp son bir şans daha
denemeye karar verdiler.
“Beş kere
mi?” diye sordu küçük Domuzcuk. “Evet”, dedi müftü. “İbadet etmeden önce de
kendinizi iyice yıkamalısınız!”
“Kendimizi
günde beş kere yıkamak mı?” Küçük Kirpi’nin gözlerini şaşkınlıkla açıldı. “Bu,
haftada otuzbeş kere, ayda yüzelli kere yıkanmak demek!” Küçük Kirpi yılda kaç
defa yıkanmak gerektiğini de hesaplamak isterdi ama bu onun için oldukça zordu.
Küçük
Domuzcuk; “Acaba Bay Tanrı’nın temizlik takıntısı mı var?” diye kendi kendine
düşündü. Kirpiyle haftada bir kere küvete girmek oldukça yeterliydi ama haftada
otuzbeş defa değil.
“Kesinlikle
günde beş defa ibadet etmem!” dedi küçük Kirpi. “Yapacak başka işlerim de var!”
Müftü; “O zaman Müslüman olamazsın!” dedi. Kirpi; “Ben de oluruna bırakırım!”
diyerek omuz silkti. “Bu o kadar da kötü olamaz...”
“O kadar
kötü olamaz mı?” Müftünün gözleri ateş saçıyordu. “Eğer Efendimize boyun
eğmezseniz, sonunuz cehennem olur ve cehennem ateşinde sonsuza kadar pişersiniz!”
Küçük Domuzcuk merakla; “Sadece kendimizi yeteri kadar sık yıkamadığımız için
mi?” diye sordu.
Fakat,
eyvah. Dışarıda haham ve piskopos onları bekliyordu. “Yakalayın onları!” diye
bağırdı haham. “Tanrıya küfrettiler!” Piskopos da; “İsa’nın vücudunu
kirlettiler!” diye kükredi. Camiden dışarı fırlayan müftü de; “Peygamberi
aşağıladılar” diye haykırdı.
Kirpi ve
Domuzcuk korkudan donmuşlardı. Domuzcuk; “Sanırım sonumuz geldi!” diye
kekeledi.
Piskopos;
“Onları şeytan delirtmiş ama şimdi o şeytanı çıkaracağım!” diye bağırdı. Haham;
“Hayır! Sizin varolmanızdan çok önce biz şeytanları kovduk!” dedi. Müftü ise;
“Peygamber, inanmayanlara nasıl davranılacağını gösteren ilk kişidir!” diye
yanıtladı. “Her neyse, bizim cehennemimiz sizinkinden çok daha sıcaktır!” “Ne
yüzsüzlük!”, piskopos bağırarak müftünün kafasına incili indirdi. “Bizim
cehennemimiz en, en kötüsüdür!” Böylece Tanrının üç hizmetkarının arasında
ciddi bir kavga başladı. Birbirlerini çılgınca yumruklarlarken, Kirpinin ve
Domuzcuğun sessizce süzülüp uzaklaştıklarını fark edemediler.
Bu masalın ana
fikri: Tanrıyı
bilmiyorsan, bundan memnun olmalısın.
Eğer biri tavsiye dinlerse;
“Tanrıyı
bilmeyen boşluktadır” diye
Sana bir
sır vereyim
Başkalarına
da söyle.
Dünyada
Tanrıya bağlılık
Kötü
büyüdür, ya da bir şaka
Hahamlar,
papazlar, imamlar
“Çıplak
maymundurlar” senin ve benim gibi
Tek fark;
onlar uçuşan hayaletler görürler
Ve komik
şapka ve kıyafetler giyerler
Onlar
Domuzcuk’u kandıramazlar
Onlara
gülmesini engelleyemezler.